İkisi de kollarını
önlerindeki koltuklara dayamışlar, konuştukça ellerini sallıyorlardı. Ben
gelince ikisi de çekti ellerini, hangi koltuğa oturacağımı beklediler. Pencere
kenarı - güneş çok aldatıcıydı o gün. Öyle bir gün için talihsiz bir seçim.
Zavallı genç adam uzun bir süre elleri kucağında oturmak zorunda. Yaşlı adamın
elleri siluet halinde arada bir gözlerimi taciz ediyordu. Göz önce silueti fark eder, cisim görüş alanına
girdikçe rengi algılar. Lise biyoloji dersinden kalma kırıntılar. Yaşlı
olanın sesi yüksekti, genç adamınki daha yumuşak ve sakin, otobüste bir
tanıdığıyla karşılaşıp yan yana oturmak zorunda kalan her insanınki gibi.
Öyle kaçmakla olmaz ki. Bir iki sakinleştirici söz söylemek lazımdı halka.
Yazık, yazık. Genç olan alışveriş merkezinde inecekmiş. Son
durakta. Daha bir saati var en iyi ihtimalle. Başka bir alışveriş merkezinde
çalışan bir arkadaşı ayarlamış işi. Gitmiş bakmış, ortam iyiymiş, çalışanlar da
hep genç insanlarmış. Hem boş boş gezmektense… Sıkılıyor insan. Alışveriş
merkezi. Adam nereye gidiyordu? Kızılay'a.
Kızının dersanesine, taksidi yatıracak. Kızı sekizinci sınıfta. O kadar oldu
mu? Oldu tabi. Eee, Mustafa'nın kardeşi de büyümüş işte. Üniversitede olması
lazım, geçen sene sınava girecekti. Mustafa'yı da dün uğurlamıştık sanki, dört
yıl oldu neredeyse. Ama oralarda duramaz Mustafa, sevmiyor İzmir'i. Buraya
dönecekmiş, iş bulacakmış, ev tutacakmış. Yaşlı adam Antalya'da oturmuş on beş
sene. Antalya da çok sıcaktır ya, yaşanmaz orada. Antalya'nın sıcağından değil
de, insanı iyi değildi. Tanıdık yok ki hiç. Burası öyle mi? Yolda kaç kişiyle
selamlaşır insan. Eskiden daha iyiydi tabi, gecekondu zamanlarında. Herkes
birbirini tanırdı birbirinin yardımına koşardı. Şimdi apartmanda kaç kişiyi
tanıyor insan? Gerçi sizinki öyle değil. Evet, değil, sekiz daire var tanıdık
hepsi, bi siz yoksunuz. Ne çabuk geçiyor zaman.
- Hüseyin abiyi özledim ben, napıyor ki? Okey oynamayı özledim Hüseyin abiyle.
Batak da oynardık.
- Hep yenilirdi ama yine de devam ederdi oynamaya. Hiç bırakmazdı. Ama hayat
böyle, bazen kaybedersin.
Yerimde kıpırdanınca yanımdaki kadın döndü bana
- İnecek misiniz?
- Hıhı. Konuşamayacak kadar yorgunum.
- O zaman dur şuradaki bayana söyleyeyim de o otursun siz kalkınca.
Kapının önünde ayakta duran kadına el salladı dikkatini çekmek için. "Buyrun buraya, boş"
Yerimden kalktım, benim yerime oturacak olan kadınla koltukların arasında
sıkıştık bir an. İki dakika bekleseydin kalkmamı be kadın. Düğmeye bastım.
Benimle aynı anda kapının önüne gelen yolcudan önce. Otuzların başında esmer
bir adam, o da bazen kaybetmiş. Dönüp arkamda oturan iki adama baktım. Yaşlı
olan o kadar da yaşlı değilmiş aslında. Emekli olunca yaşlandığını sanan
tiplerden. Genç adam gülümsüyordu konuşurken. Yorgundu. Çocukluğunu hatırlayan
insanlar gibiydi gülümsemesi-ancak çocukluk gibi masumca bir şey
hatırlandığında nasıl gülümserse insan, öyle.
Gözleri maviydi.