8 Ocak 2015 Perşembe


Senin yeşil gözlerini sevene inat değil nefretim. Yeşil gözden nefret ederim. 

O yüzden gözlerinin renginin mavi olduğuna inat ediyorum bu kadar.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Beklenen

Başkasının sahip olmak istediği şeylere onlardan önce sahip olmanın verdiği utanç verici ve bir o kadar da saçma ezikliği kaç defa yaşadım bilmiyorum. "Duygularını oldukça yoğun ve bir o kadar da içinde gizlice yaşayan insanlar"ın soyundan gelmekti benim lanetim de. Bu yüzden diğerlerinin kaybettiklerine üzüldükten pek bir kısa süre sonra unuttukları o "kayıp"larını ben kazandığım için içten içe cezalandırmaya çalışırım kendimi. İçimdeki benle kavga ederek. Ona bu kazancın aslında haksız olduğunu haykırırım. 

Hayır haykırmam aslında. Çünkü insan içten içe ezikliğini yaşarken suç işleyen öbür benliğine bile bağıramayacak kadar eziktir.

Her neyse, ben, gene başkasının sahip olmak istediği bir şeye sahip oldum ondan önce. Onun elinden almışım meğerse o çok istediği şeyi. Söyleyemiyorum bile ne olduğunu. 

Ama pişman değilim. Bu sefer çok bekledim "o"nun için. 

Ve "o"nu sonsuza dek hak ettim.

23 Haziran 2013 Pazar

Böcek

Böcekleri sevmez. Fazla hareketliler, kıpır kıpır, hemen kaçıverirler üstlerine nişan alınmış terliklerin altından. Kıl gibi incecik bacakları tiksindirir varlıklarından. Hele o antenleri... Duvarın kenarında alelacele giden böceği izledi, sanki devlet dairesine yetişecek de. Kimse de dememiş mi ona bugünün pazar olduğunu? Terliğini çıkardı, nefesini tuttu. Bir iki üç. Böcek ters döndü, kısa bir çırpınıştan sonra hareket etmez oldu bacakları. Pis bacakları. İki dakika sonra kalkmış ayağa. Kaçmaya çalışıyor. Bir daha vurdu terlikle. Bir kesin sert vuruş gümledi böceğin sırtında. Yine kıpırdamıyordu. Önünde duran saksının içine düşmüş bir çiçeği aldı, pembe bir çiçek. Çiçekle iteledi küçük cesedi gene duvarın kenarına. Hâlâ kıpırdamıyordu, üstelik birkaç karınca toplanmıştı başında. Karıncalar çoğaldı, hadi el birliğiyle taşıyın merhumu yuvanıza. kışın sayemde birilerinin karnı doyacak, diye düşündü. Böceği düşündü. Bir gün bütün böcekler toplanıp intikam alırlar mıydı ondan? 

Ayağı kaşındı. Böcek mi?

19 Haziran 2013 Çarşamba

Liste

İlkokuldayken uslu ve çalışkan öğrenci etiketlerine sahip olmak, sınıfın bürokrasi apartmanında üst katlardan birinde daire sahibi olmanızı sağlayabilir küçük yaşta. Eğer o apartmanda püfür püfür esen bir kata sahip olmuşsanız zaten apartmanın ana kapısının anahtarı da elinizdedir. Kapıyı kendiniz açabilirsiniz kimsenin ziline basmaya gerek duymadan. Daha da güzeli kapıyı istediğiniz kişilere açabilirsiniz.

Görevlerini kötüye kullanmadı belki görevde kaldığı süre boyunca. Tamam ara sıra koltuk çok yumuşak geliyordu ve yönetici de sözünü dinlerdi onun hep. Alt katlarda oturanlar ve bodrumda yaşayan sıçanlarla ilgili diğerlerinin bilmediği şeyleri bilmek, mali işleri takip etmek ve yeri geldiğinde yönetici ile apartman sakinleri arasında köprü olmak eğlenceliydi.

Sakladığı saçmasapan eşyaların arasında bir sınıf listesi vardı. Sınıfta kim bilir hangi saçmalık için para toplanırken tutulmuş bir liste. Canı sıkıldıkça bu listeyi gözünün önüne getirir. Listenin ilk sırasındaki ismi düşünür. Sınıfta nerede oturuyordu/ yanında kim oturuyordu/çantasının rengi/onunla ilgili hatırladığı en net olay neydi/onunla ilgili sınıfın geri kalanının bilmediği tuhaf bir ayrıntı var mıydı. Uykuya dalmak için uydurduğu oyunlardan biri.

Yıllar sonra sürekli karşılaştığı, yüzü hep tanıdık geldiği halde bir türlü nereden tanıdığını hatırlayamadığı bir çocuk vardı. 

- Hüseyin ben, tanımadın mı? Hüseyin Bilmemneoğlu
- Ya, gerçekten, yüzün tanıdık geliyordu ama ismini hatırlayamadım bir türlü.
- Aşkolsun yaa, nasıl tanımazsın..
- Ha evet, Burak'la yan yana oturuyordunuz, Burak Soyadıneysene, önünüzde Mustafa Felan'la Hasan Falan, onların önünde de benle Zeynep Bilmemkim.
- Bak yaa, hepsinin adını soyadını her bi şeyini hatırlıyosun beni hatırlamıyosun..

Arka sıralarda kendi aleminde ergenliğini yaşayıp giderken, ara sıra ön sıralarda ortaya atılan esprilere kahkahalarıyla destek vererek (lan öndeki gözlüklünün esprisini az daha uzatalım da ders kaynasın ehehe... kaç dakka kaldı olum?) sosyalleşmeye çalışan bu devasa genç adam geçmişten gelen kız tarafından hatırlanamayınca  kalbinde derin yaralar açılmış gibi davransa da (herkesi hatırlıyosun beni tanıyamıyosun aşkolsun yaaa), yıllarca gözü gibi baktığı, övündüğü görsel hafızasının onu böyle birdenbire, üstelik cidden gereksiz bir insanın karşısında yapayalnız bırakması, onu incitmişti. Demek artık yavaş yavaş geçmişi siliniyordu, belki o saçmasapan sınıf listesini kaybedince başlamıştı bu silinme. 

Okuma bayramında birlikte sunuculuk yaptığı çocuğun adı neydi? 

9 Haziran 2013 Pazar

Korku

Bir keresinde biri bana şey demişti. 

Yalnız öleceksin sen. Bundan korkuyorum.

Birinin senin için korkması iyi bir şeydir. Birinin ölmenden korkması da iyi bir şeydir. Birinin senin yalnızlığın için korkması da iyi bir şeydir. Ama birinin senin ölüm biçiminden korkması, senin ölümünden korktuğu anlamına gelmez herhalde. "Önemli olan ölüp ölmediğin değil, korktuğum şey, ölüyorsan eğer yalnız başına icra etmen bu fiili". Dur bir dakika, bir kesinlik var ilk cümlede. "Yalnız öleceksin sen. Burası kesin. Ve işte benim de korktuğum şey bu. Korkuyorum evet. Yalnız ölmenden. Çünkü yalnız öleceksin sen." 

Kafam karıştı.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Tencere

- Onu seviyor musun?
- Bilmiyorum. Sanki sevmem gerekiyormuş gibi.
- Sevmiyorsun işte.
- Konuşmayı seviyorum. Orada bir yerlerde olduğunu bilmeyi. Ama o kadar. Düşünüyorum, karşımda olmasını istiyor muyum diye. Çok da umrumda değil herhalde. Böyle uzaktan daha güzel sanki. Elimi tutmasını istiyor muyum? Hiç düşünmedim. En sevdiğim şarkıyı dinlerken onu düşünüyor muyum? Hayır. Yalnızlığımı onun varlığıyla değiş tokuş edebilir miyim? Sanmam. O zaman ne? Bilmiyorum. Şey gibi hani. Birkaç gündür buzdolabında bekleyen yemeği bozulmuş mu diye anlamak için koklarsın. Bozulmuş gibi kokmaz, ama güzel de kokmaz. Bilemezsin bozulup bozulmadığını. Atsan belki mis gibi yemek gidecek çöpe. Yesen belki seni zehirleyecek. Tencereye burnunu sokmuşken ne kadar aptal hissederse insan, öyleyim işte. 
- Siktir et o zaman.

6 Haziran 2013 Perşembe

Hüseyin abi

İkisi de kollarını önlerindeki koltuklara dayamışlar, konuştukça ellerini sallıyorlardı. Ben gelince ikisi de çekti ellerini, hangi koltuğa oturacağımı beklediler. Pencere kenarı - güneş çok aldatıcıydı o gün. Öyle bir gün için talihsiz bir seçim. Zavallı genç adam uzun bir süre elleri kucağında oturmak zorunda. Yaşlı adamın elleri siluet halinde arada bir gözlerimi taciz ediyordu. Göz önce silueti fark eder, cisim görüş alanına girdikçe rengi algılar. Lise biyoloji dersinden kalma kırıntılar. Yaşlı olanın sesi yüksekti, genç adamınki daha yumuşak ve sakin, otobüste bir tanıdığıyla karşılaşıp yan yana oturmak zorunda kalan her insanınki gibi.
Öyle kaçmakla olmaz ki. Bir iki sakinleştirici söz söylemek lazımdı halka. Yazık, yazık. Genç olan alışveriş merkezinde inecekmiş. Son durakta. Daha bir saati var en iyi ihtimalle. Başka bir alışveriş merkezinde çalışan bir arkadaşı ayarlamış işi. Gitmiş bakmış, ortam iyiymiş, çalışanlar da hep genç insanlarmış. Hem boş boş gezmektense… Sıkılıyor insan. Alışveriş merkezi. Adam nereye gidiyordu? Kızılay'a. Kızının dersanesine, taksidi yatıracak. Kızı sekizinci sınıfta. O kadar oldu mu? Oldu tabi. Eee, Mustafa'nın kardeşi de büyümüş işte. Üniversitede olması lazım, geçen sene sınava girecekti. Mustafa'yı da dün uğurlamıştık sanki, dört yıl oldu neredeyse. Ama oralarda duramaz Mustafa, sevmiyor İzmir'i. Buraya dönecekmiş, iş bulacakmış, ev tutacakmış. Yaşlı adam Antalya'da oturmuş on beş sene. Antalya da çok sıcaktır ya, yaşanmaz orada. Antalya'nın sıcağından değil de, insanı iyi değildi. Tanıdık yok ki hiç. Burası öyle mi? Yolda kaç kişiyle selamlaşır insan. Eskiden daha iyiydi tabi, gecekondu zamanlarında. Herkes birbirini tanırdı birbirinin yardımına koşardı. Şimdi apartmanda kaç kişiyi tanıyor insan? Gerçi sizinki öyle değil. Evet, değil, sekiz daire var tanıdık hepsi, bi siz yoksunuz. Ne çabuk geçiyor zaman.

- Hüseyin abiyi özledim ben, napıyor ki? Okey oynamayı özledim Hüseyin abiyle. Batak da oynardık.
- Hep yenilirdi ama yine de devam ederdi oynamaya. Hiç bırakmazdı. Ama hayat böyle, bazen kaybedersin.

Yerimde kıpırdanınca yanımdaki kadın döndü bana
- İnecek misiniz?
- Hıhı. Konuşamayacak kadar yorgunum.
- O zaman dur şuradaki bayana söyleyeyim de o otursun siz kalkınca.
Kapının önünde ayakta duran kadına el salladı dikkatini çekmek için. "Buyrun buraya, boş" Yerimden kalktım, benim yerime oturacak olan kadınla koltukların arasında sıkıştık bir an. İki dakika bekleseydin kalkmamı be kadın. Düğmeye bastım. Benimle aynı anda kapının önüne gelen yolcudan önce. Otuzların başında esmer bir adam, o da bazen kaybetmiş. Dönüp arkamda oturan iki adama baktım. Yaşlı olan o kadar da yaşlı değilmiş aslında. Emekli olunca yaşlandığını sanan tiplerden. Genç adam gülümsüyordu konuşurken. Yorgundu. Çocukluğunu hatırlayan insanlar gibiydi gülümsemesi-ancak çocukluk gibi masumca bir şey hatırlandığında nasıl gülümserse insan, öyle.
Gözleri maviydi.